"Benim hayatımı yargılamadan önce,
Benim ayakkabılarımı giy
ve
Benim geçtiğim yollardan, sokaklardan, dağ ve ovalardan geç.
Hüznü, acıyı ve neşeyi tat.
Benim geçtiğim senelerden geç, benim takıldığım taşlara takıl.
Yeniden ayağa kalk
ve
Aynı yolu tekrar git, benim gittiğim gibi.
Ancak ondan sonra, beni yargılayabilirsin..
Geçer dediklerimi geçirdim, biter dediklerimi bitirdim.
Nefret ettiklerimi sildim, Artık yeter dedim.
Geride bıraktıklarım hesap sormaya kalkmasın o yüzden bana.
Farkında olduğum için var oldunuz, vazgeçtiğim için bugün yoksunuz.."
-HZ.MEVLANA-
UNUTMADIK, UNUTMAYACAĞIZ VE UNUTTURMAYACAĞIZ
17 AĞUSTOS 1999 Marmara depreminin üzerinden tam 14 yıl geçti. Binlerce insanımızı bir gecede yitirdik. 45 saniye süren sarsıntıda “sağlam zemin üzerine oturmayan” binalarımızı, kentlerimizi, yaşam alanlarımızı kaybettik. 7.4 şiddetindeki deprem de 18 bin kişi hayatını kaybetti, 44 bin kişi yaralandı. 368 bin konut ve işyeri hasar gördü. 600 bin kişi evsiz kaldı. 16 milyon insan bu depremden etkilendi. 20 Milyar dolara yakında ekonomik maliyet söz konusu. Bazı kelimeler vardır, duymak istemeyiz. Hele neşeli bir zamanımızda bu tür kelimeleri kullananlara kızarız, konuyu değiştir deriz. Şimdi sırası mı ölümden bahsediyorsun, depremden bahsediyorsun diye… Ama bir de bakarsınız ki, hiç beklemediğiniz bir anda gündeme oturur, enkaz yığınlarını görürüz. Enkaz yığınları arasında yavrusunun anneciğim ne olur beni kurtar, canım çok yanıyor diye haykırışını duyduğu halde, elinden göz yaşından başka bir şey gelmeyen anaları görürüz. Çocuğu ile beraber enkaz altında kalıpta, önce çocuğunun çıkarılmasını isteyen ama, kendi kolu engel teşkil ettiği için daha sonra çıkarılması gereken, yavrusunun acısına dayanamayan babaların ne olur, tek yavrumu kurtarın da ona engel olan kolumu kesin diye, kurtarma görevlilerine yalvaran babaları görürüz. Yarısı enkaz altında yarısı dışarıda kalan, hayat arkadaşını kurtarmak için, çaresiz yardım isteyen erkekleri, kadınları görürüz. Bir tas sıcak çorba alabilmek, banyosunu yapabilmek, tuvalet ihtiyacını ortak WC’lerde giderebilmek için; dakikalarca sıra bekleyen depremzedeleri görürüz. Bunlar tamamen yaşanmış gerçekler, hayal ürünü değil. İşte konularında uzman olduğu söylenen bir çok Prof.ların birbirinden farklı açıkladıkları deprem senaryo ve tarihleri. Vatandaş hangisine inanacağına şaşırmış, kaderini bekliyor. En son birisi tarih de verdi. 2016 ve en kötü tahmin 7.6... Bu açıklamadan iki gün sonra diğerleri de ondan geri kalmayarak, farklı tarihleri gösterdiler. Önemli olan beklenen İstanbul depreminin tarihi değil, alınacak tedbirleridir. İstanbul’da bu konuda ciddi çalışmaların olduğunu görüyoruz. İşte İSMEP tarafından yapılan kamu binalarının güçlendirme çalışmaları, Kentsel dönüşüm projelerinin de bir an önce hızlandırılması ve hayata geçirilmesinin gerektiğine inanıyorum. Depremin insanı öldürmediğini, asıl ölümün plansız çarpık yapılaşma ve çürük binalardan geldiğine, inananlardanım. Olası bir depremde herkes kendi canını kurtarmak için uğraşacaktır. Yüksek binaların, daracık sokakların üzerine çöktüğünde, bırakın müteharrik makinaları, insanlar bile hareket edemeyecek durumda olacaklar. Bunları ben daha geniş alanlarda yaşadığım için biliyor ve korkuyorum. Kendim için değil, ülkem için, başkaları için, yavrularımız, ailelerimiz için korkuyorum. Gölcük, Kocaeli, Adapazarı, Düzce, Yalova… Biz bu kentleri sadece 17 Ağustos’lardan değil, Kurtuluş savaşımızdan beri hatırlarız. Elbette ki unutmadık unutmayacağız. Ne kadar sevsek de birbirimizi acılarımızı yalnız çekeriz. Toplumlar için en büyük tehlike hafıza kaybıdır. Özellikle kamu görevi yapan insanların hafıza kaybına uğrama hakları hiç yoktur. Tam aksine yaraları sarma acıları paylaşma görevleri vardır; Elbette ki 17 Ağustos 1999’u unutmadık. Tarihimizin en acı olayını hafızamıza kaydettik. Hayatlarını kaybedenleri rahmetle anıyorum. Kalanlara sabırlar diliyorum. Acılarını paylaşıyorum.
Yorum Yazın