Çok zaman önceydi. O kadar zaman önceydi ki, zaman diye birşey yoktu. İnsanlar, güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı. Derken zaman diye üç parçalı birşey icat etti insan. Bir parçasına ‘’dün’’ dedi bir parçasına ‘’bugün’’ bir parçasına da ‘’yarın’’.
Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu. Dünü düşünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı, tüm telaş ve pişmanlıkları, güneş doğup batıncaya kadar yaşadı. Farkında olmadan rezil etti bugününü. Oysa yarın, bugüne dün diyor; dün de bugüne yarın diyordu. Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı. Bugünü eline yüzüne bulaştırdı.Mutsuz oldu insan. Ve ne gariptir ki, yarının telaşını da, dünün pişmanlığını da, hep bugün yaşadı; ama bugününü hiç yaşayamadı. Ne yarın ne de dün!
HİÇBİRİ OLMAK
Devrin valisi, emrindeki yöneticiler ile atının üstünde şatafat içinde girer şehre... Yol kenarlarında insanlar iki büklüm, el pençe divan selamlar valiyi.
Valinin gözleri, bir sokağın köşesinde yere çökmüş olan ve etrafındaki hiçbirşeyle ilgilenmeyen bir adama takılır...
Atının üstünden inmeden, vakur ve sert bir ses tonuyla bağırır ona;
-Buraya baksana! Sen kimsin ki yerinden bile kıpırdamıyorsun?
Perişan kılıklı adam,istifini hiç bozmadan sakallarının ve uzun saçlarının arasından belli belirsiz gözüken gözlerini valiye çevirerek ‘’Ben hiçim’’ der...
Vali hiddetlenir;
-Ne demek hiç, senin bir adın, sanın, ünvanın yok mu?
-Senin var mı?
Vali iyice şaşırır ama cevaplar, ‘’Gafil adam, nasıl tanımazsın, ben valiyim.’’ Der.
-Peki daha sonra ne olacaksın?
-Sadrazam olacağım.
-Peki daha sonra?
-Bilmem belki padişah olacağım..
-Peki ya daha sonra?
Kısa bir an duraksar vali ve ‘’Padişahtan öte ne olaki... hiç..’’der.
Hikayenin sonunu şöyle bağlayabiliriz. Perişan adam valiye. ‘’Ben şimdiden hiçim, sen bir süre sonra hiç olacaksın. Demek eşitiz’’ cevabını verebilir. Üzerindeki şatafatı attığımızda neticede herkes bir hiç değil mi? Hiç olduğunu aklındna çıkarmayan kişi, bence kemale ermiş bir şahsiyettir.
Yunus Emre ne güzel söylemiş: ‘’Mal sahibi, mülk sahibi / Hani bunun ilk sahibi / Mal da yalan, mülk de yalan / Gel biraz da sen oyalan’’
Ben ‘’Hiç kimse olmak istiyorum’’ diyen okurum, ‘’Bir şey olmak için’’ yitirilenlere dikkat çekiyor : ‘’Bir ömrün sonunda,evleri,arabaları ve para kasaları olan insanların, bütün bunları kazanırken, kim bilir kaç gerçek aşkı yitirdiğine ve günün birinde başlarını yaslayacakları bir sevgili omzu aradıklarında ise, soğuk ev duvarlarının, lüks araba koltuklarının ve çelik para kasalarının bir sevgilinin yerinin tutmadığını acı içinde fark ettiklerine şahit oluyoruz.’’
ÖMÜR DEDİĞİN BİR GÜNDÜR
O DA BUGÜNDÜR.........
‘’Şunları biraraya toplayayım. Bir güzel muhabbet edelim.’’ Diye düşündüm. Mutfak işinden de anlarım. Donattım sofrayı. Bayağı uğraştım. Hepsinin, ayrı ayrı ne yemekten, ne içmekten hoşlandığını iyi bilirim. Bayağı da para gitti. Birinin yediğini öbürü yemez. Ötekini içtiğini beriki içmez. Dört kişilik sofra kurdum. Mumları da yaktım. Hepsi, Erick Satie severdi. Hatırladım. Müziği de ayarladım. Geldiler. 20 yaşında ben,35 yaşımda ben,40 yaşımda ben ve bugünkü ben dördümüz.
Yirmi yaşımı, otuzbeş yaşımın karşısına oturttum. Kırk yaşımın karşısına da, ben geçtim. Yürmi yaşım otuzbeş yaşımı ‘tutucu’ buldu. Kırk yaşım ikisinin de’salak’ olduğunu söyledi. Yatıştırayım dedim ‘‘sen karışma moruk’’ dediler. Büyük hır çıktı. Komşular alttan üstten duvarlara vurdular. Yirmi yaşım, kırk yaşıma bardak attı. Evin de içine ettiler. Bende kabahat. Ne çağırıyorsun tanımadığın adamları evine.
Ömür dediğin üç gündür, dün geldi geçti; yarın meçhuldür. O halde ömür dediğin bir gündür, o da bugündür....
Yorum Yazın